6 Haziran 2008 Cuma

Fatih Akin'a Karsi

Fatih Akin Fatih Akin, her ne kadar Turkiye ile baglantili dusunulse de aslinda Almanyali bir yonetmen. Bunun belki de en guzel gostergesi Istanbul'un muzigini aradigi belgeseli Istanbul Hatirasi'dir (2005). Ancak bir "batili"nin gozuyle gorulebilecek seyleri goren, bunu da filmin Alexander Hacke'nin gozunden cekilmesiyle aciklayan Akin'in Turkiye'ye donuk oryantalist tutumunu bu filmde acikca ortaya cikiyordu. Aslinda tanimlanmasi oldukca guc bir kimlik tasiyor Fatih Akin. Bundan uc kusak once Almanya'ya calismaya giden yuzbinlerde insanin yasadiklari Turkiye sinemasini da oldukca uzun bir sure mesgul etmisti. Almanya isci istemisti, ama Turkiye'den Almanya'ya insan gitmisti. Simdi o gocun sonucu olarak ortaya cikmis, Almanya'da Turk, Turkiye'de Almanci olmaktan kurtulamamis bir garip toplulugun uyelerinden biri o. Turkiye'ye bakisinin bu topraklarda dogmus buyumus birisiyle ayni olmamasi elbette gayet dogal. Cebinde tasidigi kimligin sinema acisindan buyuk onemi yok (baska bir acidan onemli oldugu da tartisilir zaten), zaten biz de onu gosterime girdigi yil (2004) odule doymayan Duvara Karsi ile tanimis ve cok sevmistik. Bu kadar sarsici bir filmi sansasyonel olmaya calismayan bir uslupla verebilmesini tum dunya takdir etmisti etmesine, ama bunun tek filmlik bir basari mi yoksa yeni kesfedilmis bir cevher mi oldugu sorusu o donemin sinema izleyicisi acisindan henuz netlik kazanmamisti.

Gegen die Wand

Duvara Karsi'nin uzun suren etkisinden kurtulmaya basladiktan sonra yonetmenin diger filmlerini de edinip izlemeye karar vermistim. Almanya'da yasayan gocmenlerin yurtsuzlugunun merkezde oldugu bir diger film olan Kisa ve Acisiz'i (1998) Duvara Karsi'ya giden yolda bir yerlere oturtmak mumkundu. Onun kadar carpici olmasa da bu filmde basyapitin ipuclarini bulmak mumkundu. Bundan iki yil sonra cekilen Im Juli (2000) ise baska bir dunya cizmeye calisiyordu. Bu erken donem filmi iki farkli Fatih Akin'i gormemizi sagliyor. Ilkini "aci" sozcuguyle tanimlayacaksak, ikincisini "masal" sozcugu karsiliyor olmali. Kisa ve Acisiz, Duvara Karsi ve Yasamin Kiyisinda (2007) "aci" filmleriyken, Im Juli, Solino (2002) ve Istanbul Hatirasi "masal" filmleri olarak gruplanabilir. Bu ikinci gruba, Akin'in senaryosunu (Ruth Toma, Jan Berger ve Anno Saul ile birlikte) kaleme aldigi 2004 yapimi Kebab Connection'i da ekleyebiliriz.

Im Juli'yi anlatimindaki samimiyet dolayisiyla begenmistim. Fatih Akin "romatik komedi" olarak siniflandirilabilecek bir konuya kendi uslubunu basariyla katmis, ustelik "mutlu son"lardan duydugu memnuniyeti de acikca gostermisti. Surekli olarak bu mutlu sona dogru cekilen film, fabrikasyon filmlerde cokca gormeye alistigimiz yapayliklara da yuz vermiyordu. Ancak bu "mutlu son" ilgisinin Solino'da ve ozellikle (belki de Fatih Akin'in fazla katkisi/sucu olmayan) Kebab Connection'da ters teptigini gormek hic zor degil. Bu filmlerde, Fatih Akin'in sofistike dunyasini terk edip iyimser bir gunduz dusunden ileri gitmeyen, muhtemelen donemin yukselen post-modernist dalgasindan fazlasiyla etkilenmis bir anlatimla karsilasiyoruz. Solino ile Cinema Paradiso (1988) arasinda kurulmasi oldukca kolay baglantiyi (Cinema Paradiso'da Maria Di Vita'nin gencligini oynayan Antonella Attili'nin film kadrosunda yer almasi tesaduf mudur?) bir kenara birakacak olsak bile filmdeki fazla idealize edilmis simetriler (Giancarlo'nun (Moritz Bleibtreu) annesine, abisininse babasina olan benzerligi, iki farkli kentte iki farkli sevgiliyle yasanan ask, vb.), kolay tahmin edilebilen olay orgusu ve masumiyete ve guvene verdigi sonsuz krediyle ust duzey bir film olmayi basaramiyor. Gise basarisi getirmis midir, onu bilemiyorum, ama IMDB'de listelenen oduller filmin uluslararasi sinema cevrelerinde de pek o kadar begeniyle karsilanmadigini gosteriyor.

Im Juli

Yine bu kategorideki Kebab Connection'a iki nedenle fazla uzun deginmek iztemiyorum. Biri, daha once de belirttigim gibi, Akin'in filme katkisinin senaryo yazarlarindan birisi olmaktan oteye gitmiyor olmasi. (Gercekte, bu katkinin boyutu hakkinda da fikir sahibi degiliz.) Ikinci nedense filmin herhangi bir fabrikasyon filmden hicbir onemsenecek farki olmamasi. Fatih Akin'la ilgili ilk gordugum film bu olsaydi, muhtemelen baska hicbir filmine ilgi gostermezdim diye dusunuyorum. Istanbul Hatirasi ile ilgili dusuncelerimi ise daha once ozetlemeye calismistim. Bu nedenle tekrar ele almak istemiyorum.

Kisa ve Acisiz

"Mutlu" hikayeleri bir kenara birakip Fatih Akin'in "aci" yanina bakmaya calisalim. Kisa ve Acisiz, Duvara Karsi'nin ipuclarini, Almanya'da yasayan gocmenlerin hayatlarini mercek altina alarak, onlarin kistirilmisligini ve bu kistirilmisliktan kurtulma cabasini gostermeye calisarak ve hayatin acimasizligini tum ciplakligiyla sergileyerek veriyor. Ancak yine de bu erken filmde anlatilmak istenene tam yaklasamayan, hedefini tam vuramayan bir yan da var. 6 yil sonra gosterime girecek Duvara Karsi'da yakalanan surukleyiciligi ve sofistikasyonu beklemek icin belki de biraz erken. Ustelik bu filmi kendi kisisel siralamamda Im Juli'nin altinda bir yerlere koyardim muhtemelen. Yine de umut verici bir adim oldugunu not etmek gerek.

Duvara Karsi ise hakkinda cok sey soylemek isteyip hicbir sey soyleyemedigim filmlerden. Bu duyguyu genellikle Zeki Demirkubuz filmlerini izledigimde yasarim. Belki de onun cozumsuz, umutsuz, kaderine teslim olmus karakterleri bir seyler soylemeyi zorlastiriyor, belki de Demirkubuz filmleri hakkinda konusmak kendim hakkinda konusmak olacak gibi hissediyorum. Biraz da bu nedenle, anlatilmasi zor olani anlatmaya calisan ve bunu da buyuk olcude basaran bu film yasamin duvar gibi gerceklerine carpan insanlarin duygusal yogunlugunu goruntuye aktarabilen bu film hakkinda konusmayi baska bir zamana ertelemek istiyorum. Belki bundan yillar sonra da animsanacak bir basyapittan bahsettigimizi hatirlatmak malumun ilami olacak, ama soylemeden de olmuyor.

Gegen Die Wand

"Aci" serisinin simdilik son filmi olan Yasamin Kiyisinda (2007, Auf der anderen Seite) hakkinda izledikten sonra kisaca dusunmustum. Yonetmenin, Duvara Karsi'da yakaladigi bir seyleri yakalayamamis, eksik birakmis gibi hissetmistim. Duvara Karsi'dan ciktigimda hibir sey dusunmedigimi, sadece cok sarsildigimi animsiyorum. Bu filmden sonraysa kafamda olusan yarim yamalak fikirler donup dolasip ayni seyi soyluyordu: "Bir seyler eksik". Sonra Fatih Ozguven'in filmle ilgili yazisini gordum. Yaziya buyuk olcude katiliyorum. Filmi izlerken "ama bu boyle degil ki", "ama bu boyle olmaz ki" dedigim yerlerin, bunlarin bir araya gelip filmin dengesini bozmasini gormezden gelmek pek mumkun degil. Kurgu, kalin uclu bir kalemle cizilmis gibi goze batiyor, buna karsin yasam filmin icine, film yasamin icine ayni olcude giremiyor. Belki de yonetmenin seyirciye guvenmeyip, gorunur olani gostermeye calismasi neden oluyor buna. Velhasil, Fatih Akin, Duvara Karsi'yla yuksek bir noktaya koydugu citaya ulasmayi basaramiyor.

Auf der anderen Seite

Akin Der Spiegel ile yaptigi bir roportajinda artik Almanya'ya gelen yabancilarin toplumun sinirlarindan (marjin) degil, merkezinden filmler yaptigini soyluyor. Bunu, gocmenlerin topluma entegre oldugunu, toplumun ayrilmaz bir parcasi haline geldigini anlatabilmek icin soyluyor. Bu entegrasyonun ne olcude gerceklestigini zamanla gorecegiz. Fakat, Fatih Akin'in o sozunu ettigi sinirlardan degilse bile, o sinirlarin filmini cekmeye devam etmesinin, onu kendi dogrusuna ve bizleri de daha iyi filmlere yaklastiracagini seziyorum. Fatih Akin'in bazi filmlerinde dikkat ceken, seyirciye hos gorunme, hatta onu yonlendirme, dikkat cekme amacli oldugunu dusunduren hamleleri onu bu sinirlardan uzaklastiriyor. Yine ayni roportajin sonunda (muhtemelen baska bir anlamda) soyledigi gibi aslinda butun yollar ABD'ye mi cikiyor acaba? Fatih Akin, Avrupa sinemasinin icinden gecerek Hollywood'a mi ulasmaya calisiyor? Son yillarda tureyen, ABD "bagimsiz" sinemasini yalnizca Hollywood icin bir basamak olarak goren yonetmenlerin Avrupali kuzenleri de vardir mutlaka.