13 Aralık 2006 Çarşamba

Takva

Takva vizyondaki filmler arasında en çok ses getireni. Hem aldığı ödüllerle hem de girilmesi hassas bir konuya el atmasıyla hem de Yeni Sinemacılar'ın uzun süren sessizliğine son vermesiyle değişik kesimlerin ilgisini çekmeyi başardı.

Film hakkında bir şeyler söylemeye oyunculuklardan başlamak gerek sanırım. Çünkü Erkan Can'ın canlandırdığı Muharrem karakterinde ne kadar başarılı olduğunu gören bir izleyicinin bunu vugulamadan geçmesi beklenmedik bir davranış olurdu. O kadar çok rolde izlemiş olduğunuz bir oyuncu kendini size kendini dindar bir müslüman olarak tanıttığında hiç kuşkuya kapılmadan ona inanıyorsanız bütün tavırlarındaki ayrıntıların o karakterin kişisel tarihinden geldiğini hissedebiliyorsanız, o oyunculuğa şapka çıkartmaktan başka bir şey yapamazsınız. Erkan Can her geçen gün kendine şapka çıkarttırıyor. Oysa Engin Günaydın'ın oynadığı Erol karakteriyle Avrupa Yakası dizisindeki Burhan Bey arasında ne kadar az fark var. Engin Günaydın, sürekli aynı karakteri oynuyor ve Takva'da da bunun dışına çıkamamış. Üstelik neredeyse hep aynı sözcükleri kullanıyor. Doğaçlama yapan bir oyuncu için bu kadar dar bir söz dağarcığı pek affedilir bir şey değil kanımca.

Filmde üzerinde durmak istediğim iki karakter daha var: Rauf karakterini canlandıran Güven Kıraç ve filmde Şeyh olarak karşımıza çıkan Meray Ülgen. Öncelikle bu ikilinin kendi aralarındaki diyaloglarda kullandıkları dile değinmek istiyorum. Türkiye'de dindarların her fırsatta Arapça kullanma çabaları bilinir. Kendi yayınlarında da Türkçesi olan ve yaygınca bilinen birçok sözcüğün Arapça ya da Farsça karşılıklarını, bunlar da uygun düşmüyorsa İngilizce ya da Fransızcalarını kullanmaya eğilimlidirler. Bu da olmuyorsa, Türkçe sözcükleri biraz Arapça'ya benzeterek, öyleymiş gibi kullanmayı severler. Bu kendi içinde ahenkli bir dil kullanımı sağlar, kulağı da yormaz aslında. Oysa Rauf ve Şeyh özenle Türkçe sözcükleri seçmekle kalmayıp bu Türkçe sözcükleri de neredeyse İstanbul ağzıyla kullanıyorlar. Bunun dışında Güven Kıraç'ın özellikle zikir ayinlerini yönettiği sahnelerde sanki birden gülmekten kırılıp, "Nasıl da dalga geçtim sizinle!" demesini bekledim. Acaba özellikle mi bu denli saf ve temiz yüzlü görünmek için çabaladı diye düşünüyorum şimdi de. Bir çocuğunki kadar saf bir yüz ifadesiyle oradan oraya zıplayıp alkış tutan bu adam bana inandırıcı görünmedi. Onun dışındaki sahnelerdeyse o saflık zaman zaman kıskançlığını da belli eden bir şeffaflığa dönüştüğünden yerli yerine oturdu kafamda.

Filmi izleyenler sanırım yönetmenin konuya mesafeli durma çabasında hemfikir olacaklardır. Ele aldığı dini çevreyi eleştirmeyi ya da övmeyi düşünmeden bir dindarın yaşamındaki değişimden sonra yaşadığı çelişkileri anlatmaya, hissettirmeye çalışıyor sanki Özer Kızıltan. Ne var ki böyle bir mesafeli durma çabası filmin ele aldığı malzemeyi yeterince yoğuramaması sonucunu da doğuruyor. Pek çok yerde derinleştirilebilecek öykünün Muharrem dışındaki boyutları oldukça sığ kalıyorlar. Settar Tanrıöğen'in canlandırdığı Ali Bey karakteri, Şeyhin sağ kolu olan Rauf'un Şeyh'le olan ilişkisi, tarikatin iç ilişkileri yan unsurlar olarak süsleyici bir motifin ötesine geçemiyorlar. Oysa bu konularda verilecek ayrıntılar Muharrem'in iç çelişkilerini de anlamakta yardımcı olmaz mıydı.

Bir film dini anlatırken dinin kurallarını, uygulanış biçimini dğru göstermeye, gerçeklerin dışına sapmamaya, yaşayışların içerisine önyargıları sokmaktan kaçınmaya özen gösterebilir, ancak kendisi de bizzat dine uygun olmak zorunda mıdır? Dini bir konuyu ele alırken pekala din dışı konulara sapamaz mı? Yönetmenin ve senaristin nesnel kalma çabası bana bir yerden sonra din içinde kalma çabasına dönüşüyormuş gibi görünüyor. Bu da filmin konusuyla doğrudan ilgili olmasa da rahatsız ediyor kimi yerlerde.

Bu noktaların ne derece önemli olduğu tartışılır. Ancak filmin konu üzerine yeterince olgun bir anlatımla durduğunu, kıyafetinden evindeki musluğun kurnasına kadar Muharrem'in yaşamındaki kişisel ayrıntılara özenle yaklaştığını ve bu olgunluğun Erkan Can'ın performansıyla süslendiğini kabul etmek gerek. Biraz hızlı biçimde sona erişmesini bir kenara bırakırsak Takva festivallerde aldığı ödülleri büyük ölçüde hak ediyor.

  • Takva
  • Yonetmen: Özer Kiziltan
  • Senaryo: Onder Cakar
  • Yil: 2006
  •