5 Ekim 2006 Perşembe

Like Regular Chickens: Eraserhead'e Bir Bakış

Bu metin daha önce Lanterno Magico'nun 3. sayısında yayımlanmıştır.

Başkasının kabusuna tanıklık etmek korkutucu değildir, çünkü başkası için korkutucu olan imajlar sizin için büyük olasılıkla bir şey ifade etmeyecektir. Ama o kabusta kendi korkularınızdan bir şeyler bulmaya başlarsanız, bu sizin için çifte kabus anlamına gelebilir. Hem kendi kabusunuzu hatırladığınızdan, hem de bu kabusta tanıdık gelen başka şeyleri aramaya çalışmaktan yorgun düşersiniz.

Radyatörün arasına sıkışmış bir hayat Henry'ninki. Hiçbir konuda fazla bir şey bilmeyen, karısıyla sevişemeyen, karşı komşusuyla konuşamayan, pantolonu bacağına kısa gelen, posta kutusu boş bir adam o. İçinde yaşadığı dünyanın sürekli üstüne gelmesinden bunalan, sürekli kurtuluşu arayan bir adam.

Kendisini gerçekleştiremeyen yalnız bir adamın sorunlarından/yaşamdan kaçışını anlatıyor Eraserhead. Filmdeki metaforlar üzerine yoğunlaşmak, imgelerin ardındaki gizli anlamları çözümlemeye çalışmak belki gerekli, ama yeterli değil. Bu nedenle, bütün imgeleri açıklamaya çalışmak yerine film üzerindeki düşüncelerimi geliştirip ilerletebilmem için gerekli olanları kullanarak, bu filme kendimce bir bakış yöneltmek istiyorum. Zira, filmin çokanlamlılığıyla başa çıkmak böyle bir yazının harcı değil.

Henry Spencer'ın Sıkıntılı Yaşamı
Henry, kentin sokaklarında büyük binaların, köprülerin ve fabrikaların altında ezilerek yürür. Odası ise onun için bir yuva değil, tek penceresi tuğlalarla örülü bir hapishanedir. Yaşamının her alanında çaresizlik, yabancılaşma yakasındadır. En az hayatın geriye kalanı kadar yabancısı olduğu bir şey de eski bir kız arkadaşı olan Mary ve onun ailesidir.

Mary'nin babası bir anda pek çok şey anlatıverir Henry'ye. "Fabrika" lafını duyar duymaz çileden çıkar, çünkü orası bir "cehennem"dir ona göre. Onun otuz yıllık tesisatçılık hayatının sonunda böylesine naive bir kişilik olup çıkması düşündürür Henry'yi. Etrafında olup bitenlere karşı tepki vermeyen, kocaman bir makinenin dişlileri arasında ezilip gitmiş, bildiği çok az şeyi tekrarlayıp duran "mutlu" bir balıktır Bay X.

Henry, Mary ile cinsel ilişkiye girmekten yargılanır ve Mary ile evlenmeye mahkum edilir (Mary, bizim bildiğimiz kızlardandır). Yaşamında yeterince mahkumiyet yokmuş gibi bir halka daha geçiriliverir boynuna. Ama bu en esaslısıdır: haberdar olmadığı (ve yaşamındaki başka her şey gibi prematüre) bir bebek, bir suç, bir günah.

Bir evi eski bir kız arkadaşla paylaşmak zordur; ortada bir de günah varsa mutluluk uzak bir olasılık bile olamaz. Henry günahını görmezden gelmeye çalışırken Mary çileden çıkmaktadır. Kendisine zaten dar gelen odada Henry ilk kez ölümü düşünür. Yaşanan bir ilişki değildir. İki kişi, bir odada yaşamlarını kesiştirmeden kendi yaşamlarını sürdürmektedirler. Ama Mary bu demir parmaklıkların arasında daha fazla kalmak istemez. Henry'yi günahıyla baş başa bırakıp gider. Henry ne sevinir, ne de üzülür tekrar yalnız kalmış olmasına, çünkü o her zaman yalnız olmuştur zaten. Belki de bu sayede günahıyla, kendisiyle, daha yakından yüzleşir. Ölümü ikinci kez, bu sefer daha güçlü biçimde düşünür. Artık ölüm, günahlardan azade, temiz, bembeyaz giysisiyle cismen de karşısındadır. Mutlu, huzurlu, sevimli ve hatta seksidir.

Ama onun için ulaşılmaz olan cinselliğe kapı komşusu olan fahişeyle ulaşır (bu tabii ki ancak bir düş olabilir Henry için). Onun, hep kafasının bir köşesinde duran günahı fark etmesinden korkmaktadır. Suçluluk duygusunu hissettirmemeye çalışır. Bir süre sonra tek derdi bu olmuştur. Hem bir fahişe hem de bir anne gibi gördüğü kadınla düşünde seviştikten sonra (bu fanteziyi gerçeğe dönüştüremediği için) ölümün çağrısı daha da çekicileşmiştir artık. Onun yaydığı enerjiye karşı koyamayacağını düşünür bir an. Yine de korku baskın çıkar. Ölümün parıltılı beyazlığını kucaklayamaz. Ne var ki çok kan kaybetmiş, geriye yalnızca suçluluk duygusu içerisinde çırpınan bir beden kalmıştır.

Bu beden, geleceğine ilişkin bir seçeneksizlikle karşı karşıyadır. Büyük olasılıkla cinsellik takıntısı yüzünden Mary'nin babası gibi bir aileye bile kavuşamayacak, yaşamını acımasız fabrikalarda harcamış bir evsiz olarak tamamlayacaktır. Cinselliğe ulaşmasının tek yolu olarak gördüğü fahişe bile ona baktığında yalnızca suçluluğunu, günahını görmektedir. Henry günahıyla tekrar yüzleşmek ister, ama bu onu için dayanılmazdır. Kendisini onun etkisinden bir türlü kurtaramaz. Artık yalnızca elektrikler kesilmemiş, sigortalar da atmıştır. Geri dönüş yoktur. Huzuru, etrafındaki tek temiz, sevimli, ona iyi davranan kişinin yanında, kendisini çağıran ölümün kollarında bulur. Çünkü cennette her şey güzledir.

Henry hiçbir istediğine ulaşamayacak olan, yaşama umutla bakmayı başaramayan, yalnızlığıyla, takıntılarıyla ve kendine özgü sorunlarıyla baş başa kalmış, sıkışmış bir kapitalist dünya insanı. Bu yaşam ona hiçbir şey vaat etmiyor. Onun sorunu bunu görebiliyor olması belki de. Bay X gibi dakikalarca sırıtabilen bir adam olamayacağını kendisi de biliyor. Ama bu yabancılaşmayla yalnız başına mücadele edebilecek gücü yok. Ne yaşamın ona dayattıklarından ne de bunlara ilişkin kendi düşüncelerinden kurtulabiliyor. Çünkü tefekkürden başka bir uğraşı yok. Bu yüzden hep endüstri gürültüleri takip ediyor onu, makinelerin kolları tepesine tepesine vuruyorlar sürekli. Kendi varlığını sorgulayıp bir yandan "keşke hiç var olmasaydım" derken, bu varoluş için suçlayacak birilerini ararken, yaşadığı çelişki daha da derinleşiyor. Henry, bütün yaşadıklarıyla bize kendi kabusumuzu anımsatmakla kalmıyor, bunun modern insanın ortak kabusu olduğunu, kendisini gerçekleştiremeyecek kişinin fiziksel varlığının anlamsızlığını şiirsel ve sert bir etki yaratarak söylüyor. Korkutuyor...

  • Eraserhead
  • Yonetmen: David Lynch
  • Senaryo: David Lynch
  • Yil: 1977