6 Ekim 2006 Cuma

İçimdeki Deniz

Bu metin daha önce Lanterno Magico'nun 5. sayısında yayımlanmıştır.

mar adentro

Amenabar ölümle yakından ilgili görünüyor bana. Daha önce izlemiş olduğum tek filmi Tez'de şiddet ve ölümle ilgili sorular sormaya çalışarak bunu duyumsatmıştı. Ancak bu sefer daha değişik bir noktadan yaklaşıyor ölüme. Yalnızca kendisi için değil, ondan gerilim yüklü filmler bekleyen izleyicileri için de değişik bir açı bu. Yaşamın içinden, yaşamsal korkulardan, ölüme doğru değil, ölümün içinden hayata doğru bakmaya çalışıyor. İçimdeki Deniz (Mar Adentro) yaşamının 30 yılını bir yatakta kıpırdamadan geçiren bir felçlinin ötenazi talebini hikâyeliyor. Yaşamın bir zorunluluk değil hak olduğunu savunan Ramon'un ölebilmek için aradığı yardımcıyı bulma çabasına tanık oluyoruz film boyunca.

Film, belki, baştan sona bir ötenazi savunusu gibi okunabilir, zirâ Amenabar bu düşünceyi besleyecek pek çok argümanla donatıyor anlatısını. Ancak bu argümanları salt siyasal/düşünsel değil, düpedüz duygusal olan başka bir zeminin üzerine kuruyor. Biz, Ramon'un durumunda olmayan izleyiciler olarak, onu, filmin başından sonuna kadar hiç anlamıyoruz. Ona saygı duyuyoruz, belki onu seviyor, ona dokunmak istiyor, belki de tümden haksız buluyoruz. Ama film boyunca Ramon'un sürekli tekrarladığı gibi, onu hiçbir zaman anlamıyoruz. Yaşamı hareketten ibaret olarak tanımladığımızın farkında olmadığımız için onun talebini abartılı, duygusal buluyoruz. Hareketsiz ve mahremiyeti olmayan bir yaşamı tahayyül bile edemediğimizden film boyunca Ramon'un yavaş yavaş hareket etmeye başlamasını, ya da daha kararlı bir zihin veya güçlü bir aşk tarafından yaşamak konusunda iknâ edilmesini bekliyoruz. Oysa o, iknâ eden taraf oluyor. Ölümün, onun yaşamında, zihinsel yorgunluğunu ortadan kaldırıp, sürekli kafasını kurcalayan "yük olma" (özgür olamama) sorununu sona erdirecek bir durumdan başka bir şey olmadığını, kendi ölümünü neredeyse kendi varlığından bağımsız olarak istediğini söylüyor bize.

Ötenazinin yanında ya da karşısında olabilir, Ramon'a (ve dolayısıyla Amenabar'a) katılabilir ya da itiraz edebilirsiniz. Hattâ bu konuda bir tavrınız olmayabilir de. Ancak her üç durumda da filmin ele aldığı temel argümanlardan bazılarını biraz daha derinlemesine incelemekte yarar var. Çünkü, bunlar, yalnızca ötenazi tartışmasıyla değil yaşamın kendisiyle de ilgili pek çok soru soruyorlar.

Filmdeki tezlerden bir tanesi, Ramon'un içinde bulunduğu durumda yaşamla özgürlüğün karşıt olmasıyla ilgili. İnsanların idealleri uğruna ölümü seçmeleri, ona korkarak ya da korkusuzca yürümeleri bir erdem olarak görülegelmiştir. Özgürlük de yaşamın feda edilebileceği bu ideallerden birisi olarak görülür. Bunun için fazla örnek aramaya da gerek yok. Braveheart'ta Mel Gibson başını kesilmeden hemen önce "Özgürlük!" diye bağırmıyor muydu? Ramon da öyle yapıyor:

  • Rahip: Bir yaşama mâl olan özgürlük, özgürlük değildir.
  • Ramon: Özgürlüğe mâl olan yaşam da yaşam değildir.

Ramon, kendi yaşamını, kendi özgürlüğünün önündeki engel olarak görüyor. Sorun ortaya bu açıklıkta konduğunda, yanıt bulmak pek o kadar da zor olmuyor. Ramon rahibi mat ediyor. Ancak, Ramon'un sözünü ettiği özgürlük bir ulusun ya da topluluğun değil de bir bireyin özgürlüğü olduğundan, burada garip bir çelişki var. Özgürlüğün var olması demek Ramon'un olmaması (ölmesi) demek, Ramon'un olmasıysa özgürlüğün olmaması demek. Oysa özgürlük, Ramon'un özgürlüğü ve Ramon öldüğünde, aslında özgürlük de ortadan kalkmış olacak. Bu noktada özgürlük oldukça soyut bir çıkarım olarak geliyor önümüze. Elle tutulamayacak bir özgürlükten söz ediliyor. Ama bu kısır döngüye rağmen, Ramon'un o tüm varlığıyla tutunduğu özgürlük ideali muğlak görünmüyor.

Ramon, Wagner dinlemekten hoşlanıyor. Wagner, müzik tarihinin tartışmalı kişiliklerinden biridir. Hatta, çoğu kez müziğinden önce, Nazizmin onun müziğini toplama kamplarında kullanış biçimiyle ve anit-semitik açıklamalarıyla hatırlanır. Amenabar , Ramon'un Wagner sevgisini sunarken, kendi başının çaresine bakamayan, başkalarına yük olmadan yaşamını sürdüremeyen düşkünlerin yaşama hakları olmadığını düşünen Naziler'in düşünceleriyle Ramon'unkilerin benzeştiğini fark ettiğini söylüyor belki. Ancak, bu benzerliğin yalnızca görünüşte olduğunu da ekliyor sözlerine. Film boyunca bütün davranışlarını gözlemlediğimiz Ramon'un ne denli "aklı başında", "yaşama geniş bir pencereden bakmayı başaran", "sağ duyulu" bir insan olduğunu, hattâ çoğu zaman zihinden ibaret bir birey olarak insana özgü pek çok kompleksi geride bırakmış olduğunu görüyoruz. Yaşamı tanımak için yataktan kalkması gerekmemiş, belki de, kendi özgür olmadığını iddia etse de bu sayede özgürleşmiş bir birey o. Ama yaşamın içinde değil, yaşamdan özgürleşmiş bir birey. Kendi bedeninden ve varlığından başlayarak her şeye dudağının kenarından hiç düşmeyen o, belki hoşgörülü, belki de küçümseyici gülümsemeyle bakıyor. Ve o gülümseme, filmi düşülmesi çok kolay olan o duygusallık denizinden kurtarıyor. Evet, filmin ritmi içerisinde zamanla duygusal bir dalga yükseliyor, ama, Amenabar o dalgaya binip gitmek yerine onu uzaktan göstermeyi tercih ediyor. Çünkü Ramon'un sorununun çözümüne yaklaşabilmemiz için onun gençlik aşkını (belki de tek aşkı, ilk aşkı, büyük aşkı, sonsuza dek aşkı, onu yüzüstü bırakıp gitmiş aşkı) tanımamız gerekmiyor. Dahası, kendi duygusallığımızdan sıyrılmamız, Ramon'un duygularını kalbimizle değil beynimizle anlamamız önem kazanıyor. Ölüm gibi bir konuda acımasızca gibi görünebilecek yargılarda bulunmak zor, riskli, tehlikelidir. Belki bu nedenle Amenabar'ın kendisi de bu benzerliği gördüğünü söylemek zorunda kalıyor. Sonuçta hiç de acımasızca olmuyor söyledikleri.

Amenabar, kilise iktidar birliğine de açık vurgular yapıyor. Kilisenin her zaman iktidarların borazanını çaldığını, belki biraz da anlatının ritmini bozarak söylüyor. Belki bunu söyleme biçimini filmin genel atmosferine iyi yedirememiş olduğu için yermek gerek Amenabar'ı; ama belli ki o sözleri söylemeden rahata ermeyecekti yönetmenin içi. Kilise (ve hükümet) ötenaziye, intihar etmenin (ya da daha genel anlamda insan öldürmenin) günah olmasından hareket ederek karşı çıkıyorlar. Oysa aynı kilise (hükümet) kendi koyduğu kurallarla, toplumun iyiliği için yaptığını söyleyerek devletin adam öldürmesi konusunda ketum olmakla da kalmıyor, desteğini açıklıyor. Belki de bu kadar açık bir çelişki karşısında bulunduğundan, Amenabar da açık açık söylemek istemiş söylediklerini. Neyse ki çok uzun tutmamış bu tiradı...

Amenabar, hikâyesini güzel anlatıyor. Belki kimi zaman klişelere ya da süslü sözlere takılıyor, az da olsa zaman zaman aksıyor, ama filmin bütününde duruluğu önde tutmayı başarıyor. Konunun doğasından ileri gelen tuzaklara düşmeden, filmini münazaralara boğmadan, parmağını gözümüze sokmadan tamamlıyor anlatısını.

  • Icimdeki Deniz
  • Yonetmen: Alejandro Amenabar
  • Senaryo: Alejandro Amenabar, Mateo Gil
  • Yil: 2004
  •